19 Mar
19Mar

Cumhurbaşkanı Erdoğan, tek adam olmayı hedefliyor ve sanki gücünün zirvesindeymiş gibi görünüyor. Ancak yönettiği devlet çözülme içinde. 16 Nisan’daki referandum yeni bir dönüm noktası olabilir.


Müjdat Gezen’in işi insanları güldürmek. Türk televizyonlarında bir hiciv ustası olarak tanındı. Ayrıca tiyatro oyunları ve senaryolar yazıyor.

Ama birkaç haftadır içinden gülmek yerine ağlamak geldiğini söylüyor Gezen. İstanbul’da yönettiği sanat merkezi fanatik kişilerce kundaklandı. Gezen, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la dalga geçmişti. “Türkiye mizahını kaybetti” diyor serzenişle.

Omuzlarına düşen kır saçları, kır sakalıyla, 73 yaşındaki güçlü kuvvetli bedeniyle önümüze düşüp akademisini gezdiriyor. Tavan halen isten siyah, ama bunun dışında bina yeniden onarılmış. Genç erkekler ve kadınlar fuayede plastik sandalyelere oturmuş, gitar çalıp eğleniyorlar.
Gezen, binayı dert etmediğini söylüyor, öğrencilerinin coşkusunu anlatıyor. Ülkesi için endişeleniyor. 1980 askeri darbesinden sonra hapse girmiş. “Diktatörlüğün nasıl bir şey olduğunu bilirim” diyor ve ekliyor: “Bunu bir kez daha yaşamak istemiyorum.”

Türkiye’de aylardır olağanüstü hal devam ediyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 15 Temmuz 2016 tarihinde başarısızlıkla sonuçlanan askeri darbeyi, devleti yeniden şekillendirmek ve muhalifleri devre dışı bırakmak için vesile olarak kullandı. Yaklaşık 130.000 memur görevden uzaklaştırıldı, yaklaşık 46.000 kişi komploya karıştığı iddiasıyla tutuklandı. Şimdi birçok muhalif, Erdoğan’ın ülkeyi nihai olarak bir diktatörlüğe dönüştürmesinden endişe ediyor.

Türkiye 16 Nisan’da devletin neredeyse tüm gücünün resmi olarak da Erdoğan’da toplanacağı başkanlık sistemine geçişi oylayacak. Hükümet, güvenliği ve refahı korumak için böyle bir reformun gerekli olduğunu öne sürüyor. Erdoğan “Yeni Türkiye’nin inşasından” söz ediyor.

Yeni anayasa kabul edilirse, Erdoğan, herhalde devletin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün dahi sahip olmadığı yetkilerle donanacak. Dilediği zaman meclisi feshedebilecek, siyasi partiler karşısında tarafsızlık yükümlülüğünden kurtulmuş olacak ve Anayasa Mahkemesi’nin 15 üyesinden 12’sini belirleyebilecek. Başbakanlık makamı kaldırılacak.

Referandum mücadelesi eşitsiz bir düello. Bir tarafta tüm kurumları, idareyi, polisi ve adaleti kontrol altında tutan bir cumhurbaşkanı var. Diğer tarafta ise, temsilcilerinin bir kısının tutuklu olduğu, ana akım medyanın sözünü bile etmediği, dağınık bir muhalefet. Erdoğan buna rağmen referandumda zafer kazanamayabilir. Anket sonuçlarından net bir çoğunluk çıkmıyor. Birçok kamuoyu araştırmacısı “hayır” taraftarlarını önde görüyor, kimilerinde fark yüzde ona varıyor.





Geçen hafta “Hayır Platformu” gönüllüleri İstanbul’da bir vapur iskelesinde stand kurdu. Platform, anayasada yapılmak istenen değişikliklerin sakıncalarının anlatıldığı el ilanları dağıtıyor. Parlamenter demokrasinin ortadan kaldırılması, demokrasinin ortadan kaldırılması demektir, bu da, Türkiye’yi tek bir adamın keyfi iradesine teslim etmek anlamına gelir, deniyor el ilanlarında.

Hayır savunucuları, ademi merkeziyetçi bir kampanyaya güveniyor. Aktivistler ev ev dolaşıyor. Kahvelerde, spor kulüplerinde, kültür merkezlerinde konuşmalar yapıyorlar. Video kliplerini internete yükleyip, sloganlarını Facebook, Twitter ve Instagram üzerinden paylaşıyorlar. “Hayır” birkaç hafta içinde yaygın bir hashtag haline geldi.

Şili’de Augusto Pinochet diktatörlüğünün devam edip etmeyeceğinin belirlendiği referandumun „hayır“ kampanyasını anlatan “No!” filmi, birçok aktivist tarafından örnek alınıyor. Kampanya, „evet“ karşısında başarı kazanmış, Pinochet yenilmişti. Ülkenin en büyük ücretli TV platformu Digitürk, “No!” filmini listesinden çıkardı.

Hükümette sinirler gergin. Erdoğan muhaliflere “terörist” ve “darbeci” diyerek hakaret ediyor. Resmi kurumlar, birçok şehirde toplantı ve gösterileri yasakladı. Polis İstanbul’da „hayır“ taraftarlarını biber gazıyla dağıttı.

Cumhurbaşkanı için 16 Nisan son derece hayati bir öneme sahip. Hayal dahi edilemeyen şey gerçekleşir de, anayasa değişiklikleri reddedilirse, Erdoğan orta vadede, muhalifleri tarafından makamındanuzaklaştırılabilir. Bu ise, iktidarını kaybetmesinin de ötesinde sonuçlar doğurur. Zira, muhalifler, cumhurbaşkanını yolsuzlukla, orduyu da Kürt bölgelerindeki çatışmalarda savaş suçu işlemekle suçluyor. Bu durumda, Erdoğan’ın mahkeme önünde hesap vereceğini hesaba katması gerekecek. Referandum her iki taraf için de son oyun.

Erdoğan taraftarları onu taparcasına seviyor. Bunun nedenlerinden biri, birçok üst düzey siyasetçinin tersine, varlıklı bir ailenin çocuğu olmaması. Babası denizciydi, kendisi de çocukluğunda İstanbul sokaklarında simit satmıştı.

Ozan Ceyhun, Boğazı kıyısında bir kafede oturuyor. Brüksel’den yeni gelmiş, ertesi gün Dışişleri Bakanı ile Almanya’ya gidecek.

Ceyhun’un babası Türkiye’nin tanınan bir sosyalist yazarıydı. Ozan da seksenli yıllarda askeri rejimden kaçıp Almanya’ya gitmişti. Almanya’da Hessen eyaletinde Sosyal İşler Bakanlığı’nda daire başkanı olarak çalıştı ve dört yıl boyunca Avrupa Parlamentosu’nda Sosyal Demokrat Parti SPD milletvekilliği yaptı. Şimdi hükümete Avrupa ile ilgili konularda danışmanlık yapıyor.

“Tayyip Erdoğan, Türkiye’deki tek gerçek sosyal demokrat”, diyor Ceyhun. Tüm engellere rağmen yaptığı reformlarla Türkiye’yi yenilediğini, generallerin gücünü kırdığını, ekonomiyi kalkındırdığını, herkesi sağlık sigortasına kavuşturduğunu söylüyor.

Erdoğan konuşmalarında çoğu kez, Donald Trump ya da AB ülkelerindeki sağ popülistler gibi bir üslup kullanıyor. Bir tarafta dürüst çoğunluk, inançlı ve çalışkan Müslümanlar, karşılarındaysa, onu ve halkı küçük gören kibirli elitler var. Dost ve düşman. Biz ve ötekiler. Ama Erdoğan’ın sorunu, 14 yıllık iktidarından sonra halen oynamaya devam ettiği dışlanmışlık rolüyle ikna edebildiği seçmen sayısının giderek azalması.





İstanbul’da referandum mücadelesi. Geçtiğimiz Pazar günü binlerce insan, Erdoğan’ı coşku içinde karşılamak için bir salonda toplanmış. Ellerinde Türk bayrakları ve “Evet” dövizleri. Erdoğan konuşmasında kısaca ekonomiye ve başkanlık sistemine değindikten sonra, şu aralar en sevdiği konuya geçiyor: Almanya.

“İstersem yarın Almanya’ya gelirim“ diye haykırıyor mikrofonlara. „Kapıdan sokmazsanız dünyayı ayağa kaldırırım!”

Türk siyasetçilerinin Almanya’da konuşma yapmalarının yasaklanması Erdoğan’ın çok işine geliyor. Referanduma birkaç hafta kala kendisini en sevdiği rolde gösterme imkanına kavuştu bu sayede: Türklerin, dünyanın tüm muktedirleriyle kavga eden hamisi. Almanlarla atışınca Türkiye’deki sorunlar unutuluyor.

Erdoğan gücünün zirvesindeymiş gibi görünse de, yönettiği ülke çözülme içinde. Devlet aygıtı toplu görevden almalarla felce uğramış durumda, ordu Suriye’de zorlu bir askeri müdahaleye sürüklendi, ekonomi giderek daralıyor. Hükümet partisi içerisinde dahi çatlaklar var. Açıkça söylemeye cesaret edenler çok az olsa da, artık AKP’nin tüm milletvekilleri cumhurbaşkanının iktidar hırsını desteklemiyor.

Ertuğrul Yalçınbayır derin bir iç çekiyor. “Türkiye’nin AB üyesi olmasına ramak kalmıştı”, diye yakınıyor. “Şimdi Orta Doğu’nun otokrat rejimlerinden biri olma yolunda ilerliyoruz.” Yalçınbayır Bursa’da yaşayan bir avukat ve hükümeti alenen eleştiren az sayıda AKP kurucusundan biri. 70 yaşında, başbakan yardımcılığı yapmış ve Erdoğan’ı protesto ettiği için partiden ayrılmış. Kaybedecek birşeyi yok.

Yalçınbayır, Erdoğan’ın kendisini Allah tarafında Türkiye’yi yönetmekle görevlendirilmiş gibi gördüğünü söylüyor. Cumhurbaşkannı yalnız kalmış bir hükümdar, çabuk öfkelenen ve kimseye güvenmeyen bir insan olarak tanımlıyor. “Kime güvenebileceğini bilemiyor artık”, diyor Yalçınbayır. “Her yerde düşman görüyor.”

Fethullah Gülen hareketi ile olan kavganın Erdoğan’ın paranoyasını pekiştirdiğini söylüyor. Gülen vaktiyle hükümetin müttefikiydi, kadroları devletin kilit pozisyonlarındaydı. 2011 yılında Erdoğan’la araları bozuldu. Şimdi ise hükümet, darbe girişimin arkasında Gülen’in olduğunu düşünüyor ve taraftarlarıyla şiddetle mücadele ediyor.

Londra’da üniversite eğitimi gören ve eskiden Erdoğan üzerinde dengeleyici bir etkisi bulunan eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül gibi üst düzey AKP siyasetçileri, hayal kırıklığı içinde hükümeti terketti. Şimdi Türkiye’de siyasi gündem Yiğit Bulut gibi kişilerin de etkisiyle oluşturuluyor. Cumhurbaşkanının başdanışmanı Bulut, 2013 yılında, dış güçlerin Erdoğan’ı telekinezi ile öldürmek istediğini öne sürmüştü. Erdoğan devletinde artık itiraza da, eleştiriye de yer yok.

ABD’nin Ankara Büyükelçiliği’nin yıllar önce yaptığı ve kamuoyundan gizli tutulan bir analizde, Erdoğan’ın “biat eden danışmanlardan oluşan demir bir halkayla” çevrili olduğu, yalnızca İslamcı gazeteler okuduğu belirtilmişti. Bakanlıklardan gelen bilgiler kendisine neredeyse hiç ulaşmıyormuş.

Cumhurbaşkanı kurumların içini boşalttı. Ceza davalarının açılmasına da düşürülmesine de kendisi karar veriyor. Hukuk devleti artık yalnızca kağıt üzerinde var. İstenmeyen belediye başkanları görevlerinden uzaklaştırılıyor ve yerlerine kayyım atanıyor. Üniversite rektörleri, işadamları, imamlar yalnızca onun emirlerine itaat ediyor. Erdoğan aralarında eş genel başkanlar Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın da bulunduğu birçok HDP milletvekilini ve görevlisini hapse attırdı.

Türkiye demokrasinin çöküşünü en açık haliyle medyanın durumu gösteriyor. Şu anda Türkiye’de 190’ın üzerinde gazeteci cezaevinde. Bu sayı, Çin, Rusya ve İran’ın tutuklu gazeteci toplamından fazla.

76 yaşındaki Aydın Engin, 31 Ekim 2016’da sabahın erken saatlerinde, muhalif “Cumhuriyet” gazetesindeki diğer on iki arkadaşı gibi tutuklandı. Birkaç gün sonra ilerlemiş yaşı göz önünde bulundurularak serbest bırakıldı. Ancak cezaevindeki 11 meslektaşı halen yargılanmayı bekliyor. Yetmişli yıllarda askeri rejim tarafından birçok kez tutuklanmış olan Engin, gazete binasındaki bürosunda şunları söylüyor: “O zamanlar hükümet en azından hukuk devleti görüntüsü vermeye çalışıyordu. Şimdi Erdoğan ne isterse onu yapıyor.”

Baskılar dış ülkelerin gazetecilerini de hedef alıyor. “Welt” gazetesinin Türkiye muhabiri Deniz Yücel şubat sonundan beri gözaltında tutuluyor.

Türkiye Erdoğan yönetiminde muhbirler devletine dönüştü. Şirketlerde yöneticiler çalışanları ispiyonluyor. Germencik’te bir adam evlilik teklifini reddeden kız arkadaşını Gülenci diye ihbar etti. Erdoğan muhtarlardan, mahallelerindeki insanların sakıncalı faaliyetlerini güvenlik güçlerine bildirmelerini istedi.

Cumhurbaşkanı’na Türkiye’ye hükmetmek de yetmiyor. Tüm toplumu yeniden düzenlemek istiyor. Okullarda “dindar yeni nesiller” yetişiyor. İmam hatip okullarındaki öğrenci sayısı AKP döneminde 65.000’den neredeyse bir milyona yükseldi. Eğitim Sen, öğretmenlerle yapılan  mülakatlarında, İslam’a bakış açılarının sorulmasını eleştiyor. Evrim kuramı müfredattan çıkarılıyor.

Erdoğan kaybederse,

AKP’deki hayal kırıklığı denetimden çıkar.

Üniversiteler de özerkliklerini kaybediyor. Artık Erdoğan kimin üniversite rektörü olacağına karar verecek, hem devlet üniversitelerinde, hem de özel üniversitelerde. Darbe girişiminden bu yana yüzlerce bilim insanı görevden alındı, özellikle de, 2016 yılı başında Kürt sorununa barışçı çözüm için hazırlanan bir bildiriye imza atanlar. Erdoğan onları “kendini aydın sananlar”, “siz karanlıksınız” diyerek hedef göstermişti.

Ancak, Erdoğan’ın düşmanca siyaset üslubu Türkiye’yi çöküşün eşiğine getiriyor. Öyle görünüyor ki, cumhurbaşkanı ülkedeki merkezkaç güçlerini kontrol altında tutmakta zorlanıyor. Memurlar idari makamlarda kaostan söz ediyor. Neredeyse 130.000 devlet görevlisinin görevden alınmasının doğurduğu personel açığı yüzünden Erdoğan’ın genelgeleri uygulanamıyor. Bürokrasideki dini tarikatlar birbirlerini gözetliyorlar. Bilgiler gereken yerlere aktarılmıyor.

Adalet sistemi kendi kendini çökertmekte. “Cumhuriyet” çalışanlarına açılan davanın savcısı, darbecilikle suçlanıyor. Temizlik harekatının çemberi giderek genişliyor. İsviçre’deki Türk Büyükelçi Vekili, daha düne kadar Türkiye’nin politikasını hararetle savunurken, şimdi ülkeye döndüğünde büyük ihtimalle hakkında dava açılacağı için iltica başvurusunda bulundu.

En büyük azınlığı oluşturan Kürtlerle yaşanan gerginlik de, ülkenin istikrarsızlaşmasında etkili oluyor. Çatışmalar, birkaç yıl süren karşılıklı yakınlaşmanın ardından, 2015’in yazında yeniden alevlendi. İnsan hakları örgütlerinin raporlarına göre o günden bu yana Türk askerleri ile PKK arasındaki çatışmalarda binlerce insan hayatını kaybetti. Güneydoğu’da yerle bir edilmiş kimi köyler, iç savaşın sürdüğü komşu ülke Suriye’yi hatırlatıyor.

Huzursuzluk piyasalara da yansıyor. Erdoğan geçen yıllardaki ekonomik canlanmayı, özellikle altyapı projeleriyle gerçekleştirdi. Yollar, havaalanları ve hastaneler inşa etti. Paranın büyük bir kısmı yurt dışından geldi. Uluslararası yatırımcılar, Türkiye ekonomisine 2003 ve 2012 yılları arasında 400 milyar dolar pompaladı. Daha önceki 20 yıl içindeki toplam yatırım 35 milyardan ibaretti. Fakat şimdi ülkedeki ülkedeki güvensizlik ortamından dolayı yatırımcılar çekiliyor. 2016 yılının ilk yarısında yabancılar Türk ekonomisine sadece 5 milyar avro civarında yatırım yaptı, yani bir önceki yılın aynı döneminde ulaşılan tutarın yarısı kadar. Derecelendirme kuruluşu Moody’s Türkiye’nin kredi notunu yatırım yapılabilir seviyenin altında düşürdü.

Ekonomi 2016’nın üçüncü çeyreğinde yüzde 1,8 oranında küçüldü. Turizm gelirleri geçen yıl üçte bir oranında azaldı. Lira dolar karşısında 1981’den bu yana en düşük seviyesinde. Erdoğan çaresizlik içinde para bulmaya çalışıyor. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek bu yüzden daha geçenlerde Alman mevkidaşı Wolfgang Schäuble ile görüştü. Erdoğan sistemi sınırlarına dayandı. Eski yol arkadaşları dahi, cumhurbaşkanına karşı mesafe koymaya başladı.

Ekonomist Tuna Bekleviç, bizi İstanbul’un iş merkezi Levent’te, yeni bir binadaki bürosunda karşılıyor. Takım elbiseli ve kravatlı, konuşurken Türkçe’yle İngilizce arasında gidip geliyor. Bekleviç dört yıl boyunca Erdoğan’ın danışmanlığını yaptı. Bu zaman zarfında AKP’ye seçmen kazandırmak için 4000 köyü ziyaret etti. “Erdoğan Türkiye tarihinin en etkin seçim kampanyası mekanizmasını icat etti” diyor.

AKP’nin dokuz milyondan fazla üyesi var. Partinin ağları şehirlere, kasabalara, semtlere kadar ulaşıyor. Bekleviç, parti görevlilerinin, taraftarlarını kimi zaman para, kimi zaman devlet ihalesi vererek memnun ettiklerini anlatıyor. Ekonominin kötüleşmesinden sonra, paylaştırılacak imkanların da azaldığını söylüyor Bekleviç. “AKP klientalizminin sonu geldi.”

Bekleviç bu yılın başında Hayır Partisi’ni kurdu. Eskiden Erdoğan için yaptığı gibi, yine Anadolu’yu dolaşıp, bu kez insanları başkanlık sistemine karşı oy kullanmaya ikna etmeye çalışıyor. “Türkiye’nin daha az değil, daha fazla kuvvetler ayrılığına ihtiyacı var”, diyor. “Yurttaşların daha az değil, daha fazla katılımına.”

Yoğun bir ilgiyle karşılandığını anlatıyor. AKP’nin seçimlerde oyların üçte ikisinden fazlasını aldığı bölgelerde bile birçok insan anayasa değişikliliğini reddediyor. Sivil toplum ve muhalefet partilerindeki hayırcılar da benzer deneyimler aktarıyorlar. Bekleviç, “Hayır hareketi yükselişte” diyor.

Hükümet de doğru stratejiyi bulmaya çalışıyor. AKP’nin Ankara’daki seçim kampanyası merkezinde görevli uzmanlar, Erdoğan’ın başarılarının ön plana çıkarılmasını öneriyor. Ancak birçok parti üyesi, özellikle muhalefete yönelik hücumlarıyla dikkat çekiyor. “Partiye tamamen panik egemen oldu”, diyor kampanyayı yürütenlerden biri.

Erdoğan 16 Nisan’da kazanırsa, parti içindeki muhalifler belki bir süreliğine susacak. Ama sorunlar çözülmüş olmayacak. Toplum bölünmüş durumda. Kürt ve İslamcı radikal kesimlerin terörü aniden bitmeyecek. Erdoğan kaybederse Türkiye bir gecede özgür bir ülkeye dönüşmeyecek. Ama muhalifler şundan emin ki, hayır oylarının kazanması, bir dönüşümün başlangıcı olabilir. Orta Asya ve Kafkaslar Enstitüsü Türkiye uzmanı Gareth Jenkins, bu durumda, AKP içinde de uzun süredir birikmiş olan hayal kırıklığının kontrolden çıkacağı görüşünde.

Acaba Erdoğan iktidarı kaybetmeyi kolayca kabul edecek mi? Gözlemciler, AKP’nin oyları manipüle etmesinden korkuyor. Nitekim daha önceki seçimlerde de usulsüzlükler olmuştu. Üstelik Erdoğan Yüksek Seçim Kurulu’nun birçok üyesini daha yeni görevden uzaklaştırdı. Antalya Cumhuriyet Başsavcısı da, hayırcılara „PKK teröristi“ muamelesi yapılacağı tehdidini savurdu.Daha sonra istifa etmek zorunda bırakılan AKP il yöneticilerinden biri, parti gençlik kollarını şimdiden referandum sonrasına hazırladı: „Eğer % 50’yi geçemezsek iç savaşa hazır olun.”

Bu yazı Spiegel.de’den alınmış ve Maximilian Popp, Eren Caylan tarafından hazırlanmıştır.

Kaynak:Özgürüz.org

Yorumlar
* Bu e-posta internet sitesinde yayınlanmayacaktır.
BU SİTE İLE KURULMUŞTUR