AKP’den aldığı duyumları aktardığı yazılar yazıyor genellikle, yeri geldiğinde patronunu savunan yazılar yazıyor ve bazen de tecrübesini konuşturup AKP kurmaylarına hitaben, üslubuyla, “nasihat” havasında yazılar yazıyor. Beğenirsiniz beğenmezsiniz ama neticede adam işini yapıyor…
Selvi, 21 Şubat tarihli Hürriyet gazetesindeki köşesinde gündemdeki 16 Nisan referandumu ve AKP-MHP işbirliği ile ilgili yazısında, referandumdan “Evet” sonucu elde edebilmek için Kürt oylarının önemine işaret eden bir yazı yazdı. Kürt oyları önemliydi önemli olmasına, ama MHP ile bu denli “yağlı-ballı” olunmasının “riskleri” de vardı elbette. Mesela Başbakan Binali Yıldırım partisinin grup toplantısında “Bozkurt” işareti yapacak kadar MHP ile muhabbetlerinin çıtasını yükseltmişti. İyi de Kürtler bu muhabbete ne der, ne düşünürdü?
Selvi söz konusu yazısında tam da bu üzerinden kolay kolay atlanamayacak çelişkiye dikkat çekmiş ve şöyle demişti: “AK Parti açısından MHP iki ucu keskin bıçak. Çünkü AK Parti’nin çok önemli bir Kürt seçmeni var. Kürtlerden oy alan iki parti var. Biri HDP, diğeri AK Parti” . Selvi ertesi günkü yazısında ise, “AK Parti önemli oranda Kürt seçmene sahip olduğu için MHP ile mesafesinde dikkatli olması lazım” demişti.
Selvi’nin görüşlerini “olay” haline getiren, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Selvi’nin yazısına verdiği cevap oldu. Çünkü Bahçeli 28 Şubat günü partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada, Abdülkadir Selvi’ye, deyim yerindeyse demediğini bırakmadı, açtı ağzını yumdu gözünü. Bahçeli’ye göre Selvi “Bölücü” idi, “Şerefsiz, haysiyetsiz” idi, “Şuursuz, Türkiye düşmanı” ve de “Kılıç artığı” idi…
‘Kılıç artığı’ ne demek?
Selvi, Bahçeli’ye köşesinde “Şerefime laf ettirmem” diyerek yanıt verdi ve yargıya başvuracağını açıkladı. Hakkıdır. Ama bu polemiğin“bam teli” Bahçeli’nin Selvi’ye hakarette sınır tanımayan sözleri içerisinde “Kılıç artığı” demesiydi elbette ve bu, Selvi’nin “kişisel” meselesi olmanın çok ötesinde bir anlam taşıyordu.
Çünkü Abdülkadir Selvi Sivaslı bir Alevi idi ve Bahçeli tam da onun bu etnik kökenini “Kılıç artığı” diyerek hedef tahtasına oturttu.
“Kılıç artığı”, malum, bu coğrafyada her nasılsa “kılıçtan geçirilmemiş”, kesilmemiş, tesadüfen yaşayan etnik ve dini “azınlıklar” için söylenen bir nitelendirme. Basit, alelade bir “suçlayıcı” anlamı yok yani. Bu söz, “tesadüfen” yaşayan mesela Ermeni, mesela Rum, mesela Yahudi, mesela Süryani ve de mesela Alevi yurttaşlar için “Yaşadığına şükret, otur oturduğun yerde”demek oluyor… “Otur oturduğun yerde, yoksa…” gibi tehdit içeren bir boyutu da olduğu, sanırım açık.
Dolayısıyla Abdülkadir Selvi nezdinde tehdit ve hakarete uğrayan Alevilerdir. Kendi ailesi de dahil olmak üzere Selvi, Alevi toplumu içerisinde siyasi tercihleri nedeniyle pek sevilmese de, böyledir.
Bir siyasi partinin liderinin böyle bir nefret söylemini bu denli pervasızca dillendirebilmesi, yaşadığımız Türkiye gerçeğinin “maalesef” diyerek belirtmek gereken çarpıcı bir özetidir…
Ülkemizin etnik ve dini azınlık statüsündeki yurttaşları kendilerini kendi yurtlarında “özgür” hissedememektedirler.
Aleviler, kendilerini “azınlık” görmemektedirler ama onlar da inançları nedeniyle yıllardır korku ve endişe ile yaşamakta; kimliklerini, değerlerini özgürce ifade etmek, inançlarını özgürce yaşamak şöyle dursun hala kendilerini gizleyerek yaşamlarını sürdürmek gayretindedirler.
Ve bu içler acısı kutuplaşma tablosu, siyasi mülahazalarla daha da derinleşme yolundadır.
Düşünebiliyor musunuz, ülkenin nasıl yönetileceği ile ilgili ciddi bir anayasa değişikliği referanduma götürülüyor ve siyasi partiler bu değişikliğe neden “evet” ya da neden “hayır” denilmesi gerektiğini anlatmıyor, bu kutuplaşmayı derinleştiren son derece düşündürücü söylemlerden medet umuyorlar.
16 Nisan’da nasıl bir sonuç ortaya çıkarsa çıksın bu ülkede barış içerisinde bir arada yaşama sorunumuz ve demokrasi, en hayati sorunumuz olmaya devam edecek.
“Kılıç artığı” siyaseti yapan zihniyeti aşmadan, aşamadan geleceğine güvenle bakan bir ülke ve toplum olamayacağımızı anlayana dek…