Koridorda sağa sola çarparak yürüyen muavinin ayak seslerine uyandı Mustafa,başını cam kenarlığına dayamış,gözlerinide hala açmamıştı.Soğuğun iliklerine kadar işlediği bedenini ısıtmak için kendine sarılmış haldeydi.Kaptan cimrilik yapıp klimayı kısık ayarda çalıştırdığı için yolculuk boyunca tek damla uyku uyuyamamıştı,sonra yolcular şikayetlenip söylenince ayarı biraz daha yükseltmiş otobüsün içi bi nebze olsun ısınmaya başlamıştı, bu sayede tamda yeni yeni uykuya dalıyorken şimdide mola verecekti galiba.
Işıklarla birlikte açtı gözlerini, otobüs yavaşlayarak cinpolat dinlenme tesislerine doğru yolunu değiştirmiş yolcularda hareketlilik başlamıştı bile,sonra o bilindik anons yapıldı, “değerli yolcularımız yarım saat yemek ve ihtiyaç molası… ”
İshak’ta yeni açtı gözlerini ,
– “Saat kaç” diye sordu yattığı yerden Mustafaya
–  1:30
-İki bardak çaya paramız varmı?
– Var! dedi Mustafa
– İyi ozaman içimiz ısınır biraz, bendede bir kaç dal sigara kaldı” …

Yolculuğunun sekizinci saati dolmuştu Doğubeyazıd yönünden Kayseri yönüne gitmekte olan yolcu otobüsünün.

Eve dönüş yolculuğunda genelde mutlu ve heyacanlı olunurdu, ama bu defa böyle değildi!

İki yolcu hayaller kurarak çıktıkları umut yolculuğundan hayal kırıklığı içinde geri dönüyorlardı.

Kurtulmak için arkalarında bıraktıkları geçim sıkıntıları oldukları yerde ve büyümüş halde iki arkadaşı bekliyordu.
Zaten bu yüzden örgüt üzerinden Avrupaya gitmek için evlerinden kaçmışlardı.

Mustafa ve İshak kaderleri birbirine benzeyen iki yakın arkadaştı, ikiside babaları tarafından terk edilmiş ,ergen yaşta ailelelerinin geçim sıkıntıları omuzlarına binmişti.

Daha çok para kazanmak, bu fukara hayattan kurtulmak için başka çareleride yoktu, kafalarına çok yatmasada örgüt üzerinden Avrupaya gidenlerin olduğunu duymuşlardı. Bunun içinde Doğubeyazıd’a giderek  Kayseride sezonluk işçiyken tanıştıkları Kek Omar’dan yardım istemişler, oda böyle bişeyin mümkün olmadığını, çok riskli olduğunu onları böyle bir riskin içine sokamayacağını, annelerinin ve kardeşlerinin kendilerine ihtiyaçları olduklarını söylemiş, evinde iki gün misafir ettikten sonra otobüs biletlerini alarak tekrar memleketlerine yolcu etmişti.

Mustafa cebinde ki son bozuklukları iki bardak sıçak çay için kasada oturan tesis’in asık suratlı yaşlı sahibine uzattı.
-iki çay istiyoruz dedi çekingen bir tavırla,
Başı önüne eğik halde gece hasılatını sayan yaşlı adam, kaşlarını kaldırarak Mustafayı süzdükten sonra başıyla biraz öteyi işaret ederek,
-Bekle orda verecekler dedi azarlarcasına.
Canı sıkılmış yüzü üzülmüştü Mustafa,

durduk yere neden azarlamıştıki şimdi bu kaba adam?

Yemek yiyecek paramız yok ne yapalım sadece çay alabiliyoruz dedi kendi içinden.

Az sonra dışarıda bi karmaşanın olduğu sezildi,dışardan içeri girenler içerdeki tanıdıklarına bişeyler söylüyor,içerden bazıları dışarı çıkıyor neler olduğuna bakmaya çalışıyorlardı.

Herkes birşeyler söyleniyordu…

Dışarısı polis doluşmuş Ağrı’dan gelen bir otobüs’ün içinde genç birini yakaladıklarını,buralarda teröristlerin dolandıklarını konuşuyorlardı.
İki arkadaşta merak etmiş  dışarı çıkıp bakmak istemiş sonrada vazgeçmişlerdi.
Oturdukları masada son paraları ile aldıkları iki bardak çaylarından henüz iki fırt yudumlamışlardıki bir polis yanlarına gelip durdu.
– Yerlerinizden yavaşça kalkarak dışarıya doğru yürüyün “dedi,eli belindeki silahının üzerinde duruyordu,bir başka poliste kapının önünde arkadaşı gibi eli silahının üzerinde bekliyordu.
Birilerinemi benzettiler acaba? Örgüte katılmak için Doğubeyazıd’a gittiklerini Kek Omar’dan başkası bilmiyordu ki! Hem vazgeçmiş evlerine geri dönüyorlardı zaten.
Hiç bişey demeden yerlerinden kalkıp kapıya doğru yürümeye başladılar, herkes yemek yemeyi bırakmış şaşkınlıkla olup biteni anlamaya çalışıyorlardı.

Tesis’in ihtiyar sahibide…

İhtiyarın az önceki sertliğinden eser kalmamış, yaptığı kabalıktan pişman olmuş gibiydi,durduk yere iki teröristle başını belaya sokacaktı.

Dışarı çıkarıldıklarında yanlız olmadıklarını gördüler,arabalar dolusu polislerin arasında elleri arabalardan birine dayanmış halde soğukla karışık korku içinde tir tir titreyen bir genç daha vardı.

-Abi valla ben bişey yapmadım,beni niye tutukladınız? diyordu.iki kaçakta aynı gençin yanına getirilip ellerini havaya kaldırarak polis aracına dayandırıldılar.
Tesise mola vermek için yanaşmış bir kaç otobüs dolusu yolcu,tesis çalışanları ve özel araçları ile mola vermiş pek çok insan gecenin bir vakti dışarıdaki eksi 15 derece soğuğa aldırış etmeden toplanmış,üç tutuklu ergen çocuğu ve kahramanca davranışlar sergileyen polisleri izliyorlardı,karabalığın gazına gelmiş bazı polisler silahlarını çekmiş elleri tetikte çocuk teröristlere nişan almış vaziyette bekliyorlardı.

Üst araması ve kimlik kontrolü yapıldıktan sonra sürekli “abi valla ben bişey yapmadım” diyerek ağlayan 16 yaşındaki çocuğu serbest bıraktılar.
Aradıkları kişilerin isimleri vardı ellerinde, o isimlerde örgüt üzerinden avrupa’ya gitmek için evlerinden kaçan sonrada vazgeçip geri dönmekte olan bu iki arkadaşın isimleriydi ve biri tarafından ihbar edilmişlerdi.
Daha sonra elleri arkadan kelepçelenip minibüslerden birine bindirilerek Gemerek polis karakoluna götürüldüler.
Saat sabaha doğru 3:30 olmuştu.
Karakol komiseri çalan her telefonu “polis karakolu ” diyerek açıyor karşışındaki kendini tanıtınca hemen hazır ola geçiyor “ben komiser filan filan buyrun efendim” diye tekmil veriyor, alınan iki kişi hakkında rapor sunuyordu.

Büyük başların telefon trafiği bittikten sonra derin bir ohh çeken komiser tutsaklara dönerek

–  Lan olum sizi gebertsem yeridir başımı belaya sokacaksınız ,Vali bile aradı adamı bu saatte uyandırmışlar, Emniyet müdürü, il ilçe jandarma komutanları, kaymakam bütün Sivas ayaklanmış sizin yüzünüzden” dedi.
İki arkadaş kendilerini ihbar edenin aynı otobüste birlikte seyahat ettikleri başka bir polis olduğunu karakoldaki polislerin kendi aralarındaki konuşmalarından öğrenmişlerdi, ikisi de otobüste bir ara tartışırlarken adam konuşmaları dinlemiş muavinin yolcu listesinden bu iki ismi alarak eşkalleri ile birlikte ihbar etmişti.

Gemerek polis karakolunda doktor kontrolleri ve sorgulardan sonra sabah saat 8:00’de yine elleri arkadan kelepçeli halde bir devriye arabasına bindirilerek yola çıkarıldılar.
Sıkıştırılmış kelepçelerin bileklerinde hissettirdikleri derin acılar ile iki saatlik yolculuğun sonuna gelmişlerdi, onlara eşlik eden polisler yol boyunca sürekli “olum bizi mumla arayacaksınız,  sizi orada mahv edecekler” deyip durmuşlardı.

Getirildikleri yer 4 katlı “Sivas emniyet müdürlüğü” binası idi,en üst kata çıkarılarak bir kapının önünde durduruldular,eşlik eden iki polis  tutsaklardan daha endişeli görünüyorlardı, zile basarak kapının açılmasını beklediler, geçtikleri üç kattan daha güvenlikli, kapalı demir kapısı olan bu kat “Terör ile mücadele şubesi” idi.
Az sonra demir kapının üst kısmında küçük bir göz açıldı, takım elbiseli,arkaya taranmış gür saçları ve bıyık uçları aşağı doğru sarkık bir adam’ın yüzü görünüyordu,tutukluları getiren iki polisi geç getirdikleri ve gözlerini bağlamadıkları  için azarladıktan sonra kapıyı açtı.

İçeri aldıkları tutuklulara hakaretler yağdırarak  pantolon kemerinden ayakkabı bağcıklarına kadar çıkarmalarını emretti.Eşlik eden iki polisi de kovmaktan beter ederek kelepçelerini alıp çıkmalarını söyledi…

Sivas soğuğunun vurduğu koridor duvarlarına yüzleri dönük halde,biri hariç yüzlerini görmedikleri polislerin sert ve tehditkar davranışlarından sonlarının hiçte iyi olmayacağını anlayarak bekliyorlardı.Avuç içleri havada duvara yapışık gözleride bağlıydı.

Polislerden biri “kapat bacaklarını” diye bağırarak tüm kuvveti ile ayak yüksük kemiklerine tekmeyi vuruyor,aynı polis biraz aradan sonra yine yanlarına gelerek  bu defada “aç bacaklarını neden kapatıyorsun?” diyerek bir tekme daha yapıştırıyordu, bu hareketini defalarca tekrarlamıştı.

Sonra başka bir ses  yanlarından geçerken her defasında “az kaldı siz birazdan sorguda göreceksiniz gününüzü” diyerek tehditler savuruyor başlarınıda duvara vurmadan geçmiyordu.

ikiside hala aç ve uykusuzdular,kollarını havada tutamayacak kadar bitkin düşmüşlerdi,arada bir olan bir kaç dakikalık sessizlikleri fırsat bilip alınlarını duvara dayayarak uyukluyor en küçük ayak sesinden irkiliyorlardı.Birbirileri ile konuşmak kesinlikle yasaktı,zaten birbirilerini görmüyor yanyana bile durmuyorlardı, koridorun duvarlarına yüzleri sağlı sollu döndürülmüş  haldeydiler.

Koridorda telefon ile konuşan demir kapının açılan gözünde gördükleri yüzün sesi yankılandı,bu ses Mustafanın annesi ile konuşuyordu,kaba sesi ile onu hem azarlıyor,hemde tehdit ediyordu.

–  “Oğlun burada neden sahip çıkmıyorsun ona? “tutukladık onu,içeri tıkalımda aklınız başınıza gelsin” diyordu.

Mustafa annesi için üzülmüş,polisin konuşmalarına çok içerlenmişti,şimdi annesini daha çok özlüyordu,ilk defa onu ve kardeşlerini hayatın acımasızlığına terk edip kaçmanın daha büyük açımasızlık olduğunu anlamış yaptıklarından  pişmanlık  duymuştu.

Ama artık çok geçti çünkü polisler mahkemeye çıkarılacaklarını ve suçlarının 8 yıldan başladığını söylemişlerdi,belkide onları korkutmak için böyle söylüyorlardı.

Koridorda kendilerine doğru yürüyen iki çift ayak sesi duydular,bu sorgu vaktinin geldiğinin habercisi idi.

Polislerden biri İshak’ı biryöne götürürken diğeride Mustafayı ters yöne götürmeye başladılar.Mustafayı götüren polis onu önündeki  bir kapıya çarpmış sonrada “dikkat etsene lan” diyerek alaycı gülmüştü.

Şube’nin içinde sağlı sollu birkaç  köşeyi daha çarptırılarak döndükten sonra durdular,polis Mustafanın kolununu serbest bırakıp kilit ve iki demir sürgüden sonra gıcırdayan  bir kapı açtı Mustafayı içeri doğru ittirerek, “sakın ben kapıyı kapatmadan gözlerini açma ” dedikten sonra kapıyı kapatıp aynı kilidi  ve sürgüleri yeniden çekti. “Şimdi gözlerini açabilirsin orada usluca otur bekle” diyerek kapının ardından uzaklaştı.

Mustafa yüzünün yarısını örten keçeli benzeri bandı çıkarttı, biraz ferahlamıştı dört saat’ten sonra ilk defa ışık görüyordu, konulduğu yer çok dar bir alandı uzanmaya kalksa dizlerini karnına kadar çekmesi gerekirdi, ama tavanı neredeyse kendi boyunun üç katı kadar yüksekti, içeride tepede bir lamba ve yanyana iki kişinin oturabileceği kadar küçük bir sedirden başka bişey yoktu, duvarları boyasız beton, demir kapısıda dümdüzdü, yanlızca kapının demir çerçevesinin en üst köşesinde eğrilmiş bir çıkıntı vardı, kapının alt kısmı ise bir tabağın sığabileceği kadar aralıktı.

Mustafa meraklı gözlerle hücresinin her noktasını süzdükten sonra sedire oturdu, korkmuyordu ama sonlarının ne olacağını merak ediyordu,acaba hiç suçları olmadıkları halde polislerin dediği gibi en az sekiz yıl hapis yatacaklarmıydı?

Uykusuzluktan gözleri kapanıyordu ,hücrenin olduğu bölümde derin bir sessizlik hakimdi ne bir insan sesi nede dışardan gelen  bir arabanın korna sesi vardı,polislerin telsiz sesi bile duyulmuyordu, sanki ölmüş o daracık mezar’a konulmuştu.

Aniden arkadaşının çığlığı bozdu ölüm sessizliğini, duvarların ardından koridora oradanda hücrenin kapı aralığından içeri kadar giriyordu çığlık sesi, her ne olduysa belliki canı çok yanmıştı İshak’ın, ağlayarak “abi neolur..? abi neolur..? ” diye yalvarıyordu.

Bağırarak küfür ve hakaretler saydıran üç farklı sesde ishak’ın yakarışlarına karışıyor, kütürtü  patırtı sesleri ile bu bağrışma ve çığlıklar giderek dahada artıyordu.

Mustafa yerinden fırladı kapıya vurmak istedi, o hasta, kalbinde doğuştan olan bir delik var demek istiyordu.

Sonra sesler aniden kesildi , Mustafa sorgu bitti galiba diye geçirdi içinden. Biraz sonra hücre kapısının önünden hızla gidip gelen ayak sesleri duydu, telaşlı konuşmalardan “ambulans geldi”, “doktor”, “kalbi durdu”, “öldü” sözcükleri çıkıyordu.

Mustafa sedir’in üzerine düşüp kalmıştı ! İshakla birlikte yaşadıkları iyi kötü anıları canlandı gözlerinin önünde, ağladı arkadaşı için.

 

Sonra gözleri çakılmış kazık gibi duran kapı çerçevesindeki eğrilmiş demir çıkıntıya takıldı.

Babasına sövdü arkadaşının!

Kendi babasına da…

Onların yüzünden düşmüşlerdi bu hallere.

Annesi’ni düşündü, dahada çok özledi nasılda azarlamıştı zavallı annesini adi adam, şimdi ne haldedir kim bilir?

Parasızlıktan babasının atletini eskilerin arasından bulup vermişti annesi,

-En az sekiz sene diyorlar ! İshakta yok artık cezaevinde ona yoldaşlık edecek,

Soyunup üstünü ,çıkardı bedenine büyük gelen o atleti…

Artık hücresi kapkaranlık ve az önceki ölüm sessizliğine bürünmüştü yeniden, kendisini serbest bırakmak için gelen polisin ayak seslerini bile duymuyordu.

Hücre kapısını açan polis

Mustafayı boynuna bağladığı atletle eğrilmiş demir çıkıntıda asılı buldu.

İki arkadaş’ın cenazelerini amcaları ve dayıları gelip aldılar, Kayseri’ye götürülen cenazeler birbirine yakın köylerinde defnedildi.

Murat Çankaya

BU SİTE İLE KURULMUŞTUR